HASİBİ ALEVİLERİNİN GERÇEK SİTESİ
  Muhammed e-Bakır ve Rahip
 

MUHAMMED EL-BAKIR VE RAHİP

METİN GÖLBOL


Günün birinde İmam Bakır oğlu imam Sadık (a.s) ile birlikte sürgün mahalli olan Şam'da evden çıkarak çarşıya vardılar. Çarşıda büyük bir kalabalığın olduğunu gören İmam Bakır (a.s) orada duran birine, "Ne olmuş, bu insanlar neden burada toplanmışlar?" diye sordu. O şahıs şöyle dedi: "Bunlar Hıristiyanların abid ve keşişleridir. Bunların yılda bir defa merasimleri vardır. Bunların büyük bir abid ve âlim rahipleri vardır. Şu dağın tepesinde bir tapınakta yaşıyor. Her yıl böyle bir günde bir araya gelip bu büyük rahiplerini ziyaret ediyorlar. Hem onu ziyaret ediyorlar ve de bir yıl boyunca karşılaştıkları soruları ona soruyorlar. Bunlar bu büyük rahibin Hz. Mesih’in öğrencilerinin zamanını da derk ettiğine inanıyorlar."

İmam Bakır, "Eğer bize engel olmazlarsa biz de bu cemiyet ile birlikte o büyük rahibi görmeye gideriz." dedi Hiç kimse onlara engel olmayınca İmam Bakır tanınmamak için başını bir parçayla sardı ve o cemiyetle birlikte büyük rahibi görmeye gitti. Keşişler tapınağın dışına bir sergi serdiler. O büyük rahibi tapınağın içinden çıkararak o sergini üzerine oturttular. Bu büyük rahip o kadar yaşlanmıştı ki artık yürüyecek kudreti kalmamıştı. Gözleri, beyaz ve uzun kaşları altından orda olanlara bakıyordu. Keşişler onun etrafını sarmışlardı.
Casuslar zamanın halifesi olan Hişam b. Abdul melik'e İmam Bakır'ın büyük rahibi ziyaret etmeye gittiğini haber verdiler. Hişam da gizliden birini oraya göndererek orda olanları kendisine haber vermesini istedi. İmam Bakır'ın güzel ve nurani çehresi Büyük rahibin dikkatini çekmişti. Rahip onca insan arasında İmam Bakır'a dönerek şöyle dedi: "Sen Mesihi misin (Hıristiyan), yoksa İslam ümmetinden misin?"

 

Hazret, "Ben İslam ümmetindenim." dedi. Rahip, "Bu ümmetin cahillerinden misin, yoksa âlimlerinden misin?" diye sordu.

 

İmam, "Cahil değilim." diye cevap verdi. İmam'ın zahiri azametini derkeden rahip manevi azametini de derketmek için Hazrete "Senden bir takım şeyler sormak istiyorum. Yoksa sen mi sormak istersin?" diye söyledi. İmam, "Sen sor, her ne istersen sor, ben sana cevap veririm." Dedi.

 

Rahip şaşkınlık içinde cemiyete dönerek, "Muhammed'in ümmetinden birinin böyle cesur olması ve istediğin soruyu sor, ben cevap vereyim demesi gerçekten de ilginç bir şey! O halde bundan bir takım sorular soralım."

 

Rahip ilk soruyu sordu: "Ey Allah'ın kulu, ne geceden ve ne de gündüzden sayılmayan saat hangi saattir?"

 

İmam,"Sabah ezanından güneş doğuncaya kadar olan saatlerdir." diye cevap verdi. Rahib, "Bu saat ne gecedendir ve ne de gündüzden, o halde bu saat hangi saatlerdendir?" diye sordu. İmam Bakır (as) şöyle cevap verdi: "Bu saatler cennet saatlerindendir. Bu saatlerde hastalar şifa bulmaktadır. Allah-u Teâlâ bu saatleri kıyamet, ilahi nesab ve kitab endişesi olanlar için çok tatlı ve şirin anlar olarak karar kılmıştır. Şaki ve kör kalpli olanlar ise bu saatlerden mahrumdurlar. (Gaflet uykusundadırlar)"

 

Rahib, "Dediklerin doğrudur." diye cevap verdi. Rahip daha sonra da su soruyu sordu: "De bakayım siz "cennet ehli cennete gidince orada çeşit çeşit yiyecekler yemekte ama medfu ve idrar etmemektedirler." diyorsunuz. Bunun bu dünyada da bir benzeri vaki olmuş mudur?" İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Evet, bunun bu dünyada da bir benzeri vardır. Bunun misali anne rahmindeki cenindir. Orada cenin ne yerse bedeninin bir parçası olmakta, asla def etmemektedir.”

 

Rahib, "Dediklerin doğrudur. Şimdi de söyle bakayım, siz cennette Tuba ağacı adında bir ağacın olduğunu söylüyorsunuz. Bu ağacın birçok meyvesi varmış." Cennet ehli her ne kadar o meyvelerden yese ondan asla bir şey eksilmez" diyorsunuz. Bunun da bu dünyada bir benzeri var mıdır?" diye söyledi. İmam Bakır (a.s) şöyle cevap verdi; "Bunun da dünyadaki misali, dünyadaki çırağdır. Siz sayısız çırağları bu çırağdan yandırsanız asla bu çırağın aydınlık ve nuru eksilmez."

 

Rahib imamın cevabı karşısında şaşırıp kaldı. Sonunda cemaate dönerek şöyle dedi: "Şimdi bundan o kadar zor bir soru soracağım ki asla cevap veremeyecek." Sonra da hazrete şöyle dedi: "İki kişi aynı anda annesinden doğmuş (Yani ikizdirler) ve aynı anda da ölmüşlerdi. Ama öldüklerinde biri elli yaşında diğeri ise yüzelli yaşında idi. Bu iki kişi kimdir ve hikâyeleri nasıldır?"

İmam(a.s) şöyle cevap verdi: "Bu iki kişi Uzre ve Uzeyr adında iki kardeş idiler. Annelerinden ikiz olarak dünyaya geldiler. Tam otuz yıl birlikte yaşadılar. Bir gün Uzeyr evleri viran olmuş ve ahalisi ölmüş bir köyden geçti. İnsanların çürümüş kemiklerini görünce aklına Allah'ın bu çürümüş kemikleri yeniden nasıl dirilteceği sorusu takıldı. Allah-u Teâlâ da bir peygamber olan bu kuluna ölülere diriltmenin Allah için çok kolay bir iş olduğunu göstermek istedi. Allahu Teâlâ onun ruhunu aldı. Tam yüz yıl onu öylece bıraktı. Öyle ki tüm kemikleri çürümüş, un ufak olmuştu. Sonra Allah onu diriltti. Bir melek, "Ne kadar yattın?" diye sordu. O,"Bir gün veya bir kaç saat" diye cevap verdi. Melek ona şöyle dedi: "Sen yanılıyorsun. Sen tam yüz yıldır burada yatıyorsun." O da böylece dünyaya geri döndü ve kıyametin hak olduğuna yakin etti (mütmain oldu). Sonra yirmi yıl daha kardeşiyle yaşadı ve bilahare bir günde her ikisi de birlikte vefat ettiler. Böylece Uzeyr elli yıl, Uzre ise yüzelli yıl yaşadı."

 

Rahib son sorusunu şöyle sordu: "Bir baba ile oğlu hayatta iken oğlu tam yetmiş yıl babasından büyük idi. Bu nasıl olur?"

 

İmam Bakır (a.s) şöyle dedi: "Bu da Uzeyr peygamberdir. Uzeyr, Allah'ın emriyle can verince hanımı hamile idi. Uzeyr yüz yıl sonra dünyaya geri gelince (Ki otuz yaşın da idi) oğlu tam yüz yıl yaşamış idi.

 

Rahib imamın ilmi karşısında kendinden geçti. Bir müddet sonra kendine gelince de Hazrete kim olduğunu sordu. Hazret de peygamberin evlatlarından olduğunu söyledi. Rahib oradakiler dönerek şöyle dedi: "Bu zat Şam'da olduğu müddetçe tüm sorularınızı ondan sorun. Artık benim yanıma gelmeyin. Beni tapınağıma geri götürün."

 

Bazıları ise şöyle nakletmişlerdir: "Bu büyük rahip İslam'ı kabul etti. Oradaki keşiş ve abidler de ona uyarak Müslüman oldular.”

 

Bu olayı duyan Hişam imam'ın halk arasında git gide çoğalan azamet ve değerini görünce korkuya kapılarak Hazreti hapsettirdi. Bu vesileyle Allah'ın nurunu söndürebileceğini sanmıştı. Hişam'ın uşakları hazreti yakalayarak zindana attılar. Ama bir müddet sonra zindandakilerin de İmam'a meylettiklerini ve hazretin etrafına toplandıklarını haber alınca İmam Bakır'ı ve oğlu İmam sadık'ı (a.s) Medine'ye geri gönderdi. Ama İmam Bakır'ın bir sihirbaz olduğunu ve bu sebeple hiç kimsenin ona yaklaşmaması gerektiğini etrafa yaydılar. Daha sonra da Hişam'ın emri üzere Medine valisi imam'ı zehirleterek şehit etti.

Kaynak:

(İbretli Öyküler S. 130-135 / Hikayeler ve ibretler C.9 S.131 -141 / Es-Seyyid Haşim el Behrani “Medinet’ül Meaciz”)


Allah'ın ve tüm yaratılmışların laneti zalimlerin ve onların kapıkulu uşaklarına olsun. Allah bizleri dünya ve ahirette Kur'an ve Ehl-i Beyt’in yolundan ayırmasın.

 

 
 
  Bugün 5 ziyaretçi (6 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol